Âyet; Anlam ve Mâhiyeti

Alâmet, nişan, eser, ibret, yüksek bina.



Ayet, Arapça bir kelimedir. Çoğulu "ây" ve "Âyât"tır. Açık alâmet manasındadır. [817] Alâmet; zahir ve açık demek olunca, ayet onun daha zahiri demek olur. Meselâ; dağ alâmet ise, zirvesi onun ayeti olur. Güneş, bir gündüz ayeti: ay, bir gece ayetidir. Cami bir alâmet ise, minare onun ayetidir.[818]



'Âyet' bir şeyin ve bir amacın varlığını gösteren alamettir.                                                                                                                                                                                                                                                                                          



Açıkça ortada görülmeyen şey âyetiyle bilinir ve tanınır. Bir yolu bilmeyen, o yola ait alametleri bilirse, yolu tanır. Her şey kendi alametiyle bilinir. Bu açıdan âyet, duyuların, düşüncelerin veya akılla bilinen şeylerin dışa vurmuş şeklidir denilebilir. Türkçe’de kullanılan "bellik", Farsça’daki "nişane" kelimeleri de aynı anlamdadır.[819] Genel olarak bir şeyin tanınmasına sebep olan emare manasına da kullanılır. Allah’ın (cc) varlığına delalet eden her şeye de "ayet" denilmiştir.[820]



Yüzü kızaran bir kimsenin kızdığını anlarız. Yüzü kızarmak kızgınlığın âyetidir. Bir şeyin, bir nesnenin ayırdedici özelliklerine eskiden ‘alamet-i farika’, yani ‘ayırdedici belirti’ denirdi. Bu belirtiler o nesneyi bize tanıtan, o şeyin ne oldugunu bilmemize yardım eden özelliklerdir.



‘Âyet’, bu şekilde, açık alamet, nişan, belirti, iz, eser ve işaret  anlamlarına gelmektedir.     



Kur’an ilimlerinde ‘âyet’; sûrelerin içinde, başı ve sonu belli bir veya bir kaç cümleden meydana gelmiş ilâhí sözlerdir (kelâm’dır).  



Istılahi olarak: "Surelerin içinde; evvelinde ve sonunda munkati olan, mürekkep bir kelamdır." şeklinde tarif olunmuştur.[821] Kur’an-ı Kerim’deki bütün ayetlerin; bizzat Rasul-i Ekrem tarafından tertib olunduğu sabittir. Dolayısıyla bu hususta hiçbir kimsenin ictihadından veya reyinden söz edilemez.[822] Mesela; harf-i mukatta’dan Elif-Lam-Mim bir ayet olduğu halde; Elif-Lam-Ra bir ayet değil, ayetten bir cüzdür. Eğer bu hususta kıyas sözkonusu olsaydı, durum farklı olurdu. Ayetlerin tertibi tevkifi olduğu gibi, bize ulaşması da tevatür yoluyla sabittir.[823]



Kur’an yüzondört sûreden meydana gelmektedir. Sûreler ise Ayetlerden oluşurlar. Sûrelerin içerisindeki âyetler kendilerine mahsus bir biçimdedirler. Belli kuralları yoktur. Bir kaç harften oluşan âyetler olduğu gibi, bir sayfa uzunluğunda da âyet vardır. Âyetlerin her biri birer Kur’an oldukları gibi, hepsi beraber Kur’an’ı meydana getirirler.



Kur’an âyetlerinin her biri Allah’a ait alametler, işaretlerdir. Bununla beraber Allah’a mahsus bir yüceliğe de işaret ederler. Bu yücelik onların bağlı oldukları Kudret’ı hatırlatır, O’nun büyüklüğünü tanıtır.



Kur’an, âyetlerden meydana geldiği gibi kâinat da âyetlerden meydana gelir. Çevremizde gördüğümüz her şey, Allah’ın birer âyetidir. Bütün varlıklar, bütün olaylar Allah’ın ‘ol’ emriyle meydana çıkmış kelime’leridir. Bunlar, insana Allah’ı tanıtmaları açısından ise birer âyettirler.[824]



Ayet'in ıstılah mânâsı; Kur'an sureleri içinde yer almış olan, başı ve sonu belli cümlelerdir. Ayet için yukarıda sayılan lüğat manalarının hepsi bu ıstılahî mana içinde mevcuttur. Kur'an'ın her bir ayeti mucizedir. Her ayet onları tebliğ eden peygamberlerin doğruluğuna birer delil, düşünen ve kafasını yoranlar için birer ibret; mucize oluşları ve değerleri itibariyle de birer "emr-i acîb"dir. Ayet; harf, kelime ve cümlelerden teşekkül ettiği için cemaat manası taşır ve nihayet herbiri ilim ve hidâyet kaynağı olduklarından dolayı da Allah'ın kudretine, ilmine ve hikmetine, Allah elçisinin de sıdk ve doğruluğuna birer delil ve bürhandırlar.[825]


ÂYET
A harfi