Kaybettiğimiz İçin Kaybolduğumuz Öz Malımız; Hikmet

Hikmet, evrende var olan eşyaların (nesnelerin) işleyiş kanunlarını/sünnetullahı bilme, eşyayı tanıma, vahyi anlama ve buna uygun davranış biçimleri sergileyebilme yetisidir. Hikmeti ancak hakikati arayanlar bulabilir; hikmete ulaşmada akıl, önemli bir role sahiptir. Hikmete ulaşmak, büyük bir çaba ve uzun bir zaman sürecini gerektirir. Zira bu uzun süreç insanın teorik olarak bilgi donanımını güçlendirirken; diğer yandan, hayatı, evreni, insanları ve bunlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kanunları tanımasını, vahiyle olgular arasında sağlıklı irtibatlar kurmasını ve olgunlaşmasını sağlayacaktır. Bu süreçten geçen, fikrî ve fiilî olgunlaşma sürecini dolduran, doğaya, insan psikolojisine, toplumsal hayata hükmeden kanunların bilgisine ulaşan insan, artık hikmete yaklaşmış, hayatı değiştirme ve dönüştürme kıvamına ulaşmış, önce kendi nefsinde devrimi başarmış ve bu devrimi toplumsal platformda gerçekleştirmeye aday hale gelmiştir. Daha kısa ve öz bir tanımla hikmet, Kur’an’ı anlama ve yaşama çabasıdır.[295] 



"Hikmet, mü'minin yitik malıdır; nerede bulursa onu alır." (İbn Mâce, Zühd 15; Tirmizî, İlim 19).



Rasûlullah’ın büyük anlamlar taşıyan bu sözü söylediği çağın üzerinden 14 asır geçti ve mü’minler, yitiklerinin acısını derinden hissediyorlar. Bir dönem, Allah’ın kitabına ve hikmete sımsıkı yapışmak sûretiyle dünyada izzet ve şeref sahibi olmasını bilen müslümanlar, şimdilerde ıstıraplı bir silkiniş ve arayış dönemini yaşıyorlar.



Ama bir şeyler eksik bu arayış neslinde; çok değilse de yine de okuyorlar, az şey bilmiyorlar, fakat bildiklerini tarih yapmaktan yoksunlar. Ashâbın doya doya, kana kana içtiği kaynaktan günümüzün müslümanı da içtiği halde, su kimini diriltirken, kiminde âtıl kalan, depolanan bir metâ pozisyonunda. Eksik olan, müslümanların Kur’an’ı kısmen bildikleri kadar, hayatı bilmemeleri olabilir. Kur’an, hayattan kopuk öğrenilip değerlendirilirse hikmet yolları açılamaz. Elleri, dilleri, gönülleri hikmetten kopuk çağdaş müslümanların.



“Allah’a dâvet eden ve sâlih amel işleyip ‘ben müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır?” (41/Fussılet, 33) âyetini tablolaştıran ashâbın yaşadığı cehennemî ortamın daha hafif bir benzeriyle karşılaştığı halde, “ben müslümanlardanım!” diyebilme cesâretini kendinde bulamıyor günümüz müslümanları.



İşte bu halleriyle müslümanlar, Allah’ın nimet verdiği kullarından olmayı hak edemiyorlar ve düşmanlarının uyanıklığı ve çeşitli hileleri karşısında sürekli yenilgiye uğruyorlar. Bu, elbette müslümanların sahiplenme iddiasında bulundukları dinlerinden kaynaklanmıyor; aksine, müslümanların İslâmsızlığından doğuyor. Kitab’ı ve Sünnet’i anlamamalarından oluyor. Âyetlerin hakkını vererek okumamalarından dolayıdır bunlar. Yaşadıkları ortamı, içinde yaşadıkları toplum ve düzeni, küreselleşen ve gittikçe küçülen dünyayı tanımamalarından kaynaklanıyor.



Hâl ilmini, hayatı bilmemelerinden ortaya çıkıyor. Çevreyi tanımak, evreni tanımak, yaratılmışların tevhidini ve teslimiyetini görmek için gereken iyi bir gözlemci olmak gerçeğine erişemedikleridir buna sebep. Yeryüzünde Allah’ın değişmez  kanunlarını, sünnetullahı, hayata hâkim olan sebep sonuç kurallarını bilmemelerinden ya da umursamadıklarından oluşuyor. Ve ilmin “kendini bilmek” demek olduğunu, İslâm’ın önce kendimiz için, yaşamak için olduğunu unutuyor müslümanlar. Bütün bu ve sayabileceğimiz benzeri sebepleri tek maddede özetleyebiliriz: Müslümanlar bugün hikmet sahibi değiller. Çoktan kaybetmişler öz mallarını. Ve aramıyorlar yitiklerini. Hikmet, bugün müslümanlarda önemsenmiyor, kıymeti bilinmiyor. Halbuki Allah Teâlâ, dünyada başarıyı hikmete sahip olma veya olmamaya göre takdir etmiştir.



Hikmet, sebep-sonuç ilişkisinin doğru bir biçimde kurulması ve bunun tezâhürleridir. Dünya hayatında başarının sırrı, hikmete sahip olmaktır. Hikmet, hayatın bilgisi veya eşyayı tanımak ve eşyanın özünde gizli olan sebep-sonuç ilişkisine vâkıf olmak demektir.[295]



Ashâbın ilmi hazmedip günlük hayatla irtibatlandırmak için on âyet belleyip hayata geçirmesi, sonra tekrar bir on âyete geçmesi, yani sırf entellektül birikim veya salt ezberlemek için Kur'an'a yönelmemeleri, günümüzde de uygulanmalıdır ki, hikmet dolu kitap, okuyup canlı Kur'an olmak isteyenlere hikmet saçsın. Yoksa hazmedilmeyen güzel gıdaların sancısına sebep olabilecek, ilim yük olmaktan çıkamayacak ve hikmete dönüşemeyecektir.



Hikmetin alt yapısını oluşturan unsurlar şunlardır: Basîret/bilinçli kestiriş, sağduyu, sezgi, kalbin İlâhî nur sâyesinde eşyanın hakikatini görmesi, adâlet, hüküm, fıkıh/tefekkuh (derin kavrayış), fehm; anlayış, furkan; hakla bâtılı, iyiyle kötüyü ayırt edebilme yeteneği, ma'rifet (Allah'ı hakkıyla tanıma), hayır, tedebbür (geleceği sonucu değerlendirme, doğru düşünce, şuur, takvâ, firâset (ileri görüşlülük, bir şeyi delille ispatlama, sezgi gücüyle ulaşılan bilgi, zekâ kıvraklığı, derin anlayış gücü, kalbin Hakkın nûruyla görmesi) gibi değerlerdir. İman, şuur, ilim, ihlâs, takvâ ve sâlih amel olmadan Allah vergisi olan ve belirli liyakat ve sebeplere yapışma sonucu verilecek olan hikmet gerçekleşmez. Hikmeti elde etme yolları; okuma, dinleme ve gezi ile gözlemle elde edilecek hayırlı, faydalı ilimdir.



Hikmete zıt olan özellikler de şöyle sıralanabilir: Zulüm, cehâlet, gaflet, zan, lağv (boş, lüzumsuz, çirkin, faydasız söz ve iş, günah ve yalan), ifrat, ğulüv (aşırılık), bağy (kibir, zulüm, haddi aşmak, aşırı gitmek, haksızlık), israf (haddi aşmak, ölçüsüz yapmak haddi tecâvüz), tebzîr (saçıp savurmak, ölçüsüz harcayıp dağıtmak, yersiz veya harama sarfedilen şey), buhl (cimrilik), fahşâ (ölçünün ötesinde, kötü ve tiksindirici her şey, aşırılık, ayıp davranışlar).     



Hikmet, Allah'ın üç kitabını (Kur'an, kâinat ve insan), beraber ve bir bütünlük/tevhid içerisinde okuyup anlayabilme; bu tefekkür ve derin kavrayış neticesinde gereken eylemlerde bulunabilmedir. Bu kavrayıp ve aksiyon, hayattan, çevreden, çağdan kopuk değil; onların güzellikleriyle uyumlu, yanlışlarını da ıslah anlayışıyla olmalıdır. Yoksa, hikmet; bir anda parlayıp sönen bir kıvılcım olur; olgunlaştırıp pişiren faydalı ateş haline gelemez.



“Kime dilerse, hikmeti ona verir; şüphesiz hikmet verilene sonsuz ve bereketli/bol bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.” (2/Bakara, 269)



Kâfirde, müşrikte hikmet olur mu? Hikmetin "elde edilen" olmaktan ziyade, liyakat kesbedenlere "verilen" ve hikmet elinde olan kimsenin bol hayır sahibi olduğu değerlendirilince, kâfirlerde bulunan hikmet kırıntıları, bulunduğu konum ve ilişkide olduğu bozuk inanç ve fesatla yok hükmündedir; benzetme uygunsa puzılın diğer parçalarından ayrı bir-iki parçasının kendi başlarına bir işe yaramaması gibi bir durumdur. O hikmet kırıntısı, gerçek sahibinin, ehlinin eline geçince orada puzılın diğer parçaları içinde (iman ve amel-i sâlih, tefekkür ve hayır) bir yer bulacak, diğer parçalarla bütünlük teşkil edecek ve kaybettiği parçayı bulan mü'minin elinde ancak hikmet olacaktır. Hadisteki ifadeden yola çıkarak, hikmet mü'minin malıdır. Kâfirin inancı ve dünya görüşü hikmete gerçek sahiplik yapmaya engeldir. Yani, çalınan, nasılsa bulunan hikmet, kâfirin elinde iken hikmet özelliği taşımayacak, gerçek sahibi olan mü'minin elinde hikmet özelliği kazanacaktır. Bütün âlimler, hikmeti sâlih amelsiz, sadece bilgi ve kültürden ibaret saymamışlardır. Sâlih amel de, iman olmadan ortaya çıkmayacağına göre, kâfirler gerçek anlamda hikmet sahibi olamazlar. Bilginin kendisi değil; fakat onu uygulama ve söyleme kabiliyeti, insanı hakîm (hikmet sahibi) yapar.  



"Hikmet sahibi olduğu için (31/Lokman, 12) Lokman Hakîm denilen Hz. Lokman, oğluna şöyle demişti: ‘Ey oğlum, âlimler meclisinde oturmanı tavsiye ederim. Hikmet sahiplerinin sözlerini dinle. Şüphesiz Allah, ölü kalpleri hikmet nuruyla diriltir; tıpkı ölü toprağı yağmur taneleriyle dirilttiği gibi." (Hadis rivâyeti: Taberâni; el-Âlûsi, 3/41)



"Hikmetli bir kelime öğrenmek, bütün varlığı ile dünyadan hayırlıdır." (Hadis rivâyeti)



"Hikmet, şerefli adamın şerefini arttırır, köleleri de krallar seviyesine yükseltir." (Hadis rivâyeti)



"En güzel hediye, hikmetli bir sözü iyice anlayıp din kardeşine anlatmaktır. Bu, aynı zamanda bir senelik nâfile ibâdete de mukabildir." (Hadis rivâyeti)



"Hikmeti nerede bulursan al, çünkü hikmet mü'minin kaybolmuş malıdır, onu bulunca da sağlam bir şekilde kaydet, sonra bir diğer hikmeti ara."



"Âlim ve hakîm olan kimse vakarlı bir sessizlikle insanları kendisine çağırır; âlim fakat zihni karışık ve iletişim kabiliyeti olmayan kimse de boş lakırdı ile insanları kendisinden uzaklaştırır." (Lokman Hakîm)



"Gençliğinde Allah'a hakkıyla ibâdet edene, ihtiyarlığında Allah hikmet verir." (Hasan el-Basrî)



"Hikmetten anlayana mânâlı bir söz kâfidir. Mânen sağır olanlar zaten hakkı duymazlar." (Hz. Osman) 



"Hikmet dört şeyden fışkırır:



1- Günaha karşı pişmanlık,



2- Ölüme hazırlanmak,



3- Midenin tamamen doldurulmaması,



4- Dünyaya kapılmayan zâhidlerle sohbet."



"Dünyaya meyleden, dünyevî geleceğin tasasını yüklenen, kardeşine haset eden ve insanlara karşı üstünlük sevdâsına düşen kişinin kalbine hikmet girmez."



"Kimin söylemiş olduğuna bakma; söyleyen ne söylemiş ona bak."



"Haddinden fazla şiddet, gâyedeki hikmeti yok eder."



Hikmet, Kur’an’ı anlama ve yaşama eylemidir. El-Hakîm olan Allah’ın hakîm kitabı’nın ilkelerini çelişkisiz ve tâvizsiz bir şekilde hayata geçirme, iç dünyamızda ve sosyal alanda hâkim kılabilme düşüncesi, güç ve yeteneği demek olan hikmeti arayan ve bulanlara selâm olsun!