Hikmet, Bol Hayırdır:

Hakîm Kur’an, hikmeti “hayr-ı kesîr (bol hayır)” olarak niteliyor. Kitap’ta anılan, peygamberlere verilen bu mânevî zenginlik, öyle bir şeydir ki, ona sahip olan “bol hayır”ı elde etmiş oluyor. “Allah, kime dilerse, hikmeti ona verir; şüphesiz hikmet verilene sonsuz ve bereketli bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.” (2/Bakara, 269). Hikmet ile olayların sebep ve sonuçları keşfedildiğinden, eşyanın yerli yerine oturtulması, idrâk ve basîretle anlaşılması mümkün olduğundan hikmet sahibine büyük hayır verilmiş oluyor. Kendisine hikmet bahşedilmiş olan kimseye “itidal/denge” verilmiştir ki, onun sâyesinde insan, haddi tecâvüz edip azgınlık yapmaz. Sebep ve sonuçları bilme duyarlılığı verilmiştir ki bununla meseleleri ölçüp değerlendirir ve yanılmaz.[295]  



Bu bakımdan insan için elzem olan, sırf mâlûmat değil; bilgilerden ders alıp faydalı sonuçlar çıkarma yeteneğine, yani hikmete sahip olmaktır. Çünkü bilginin hâfızı ve hamalı olmak insanı kurtarmaz; ama bu hayırlı neticelere ulaştıran fikir, yani hikmet insanı kurtarabilir. Bilginin hâfızı ve taşıyıcısı olan kişinin belki bir gün çeşitli etkenlerle ayağı kayar da, yönünü ve hedefini şaşırabilir. Fakat hikmet nimetine nâil olan kişi, aydınlık yolunda emin adımlarla ilerler.



Kur’an’ın kasdettiği hikmet, bir yığın işe yaramaz felsefî nazariyeler değildir. Asırlarca insanların kafasını boş yere uğraştırıp durmuş olan bu tür teorilerden kaçınmayı, Peygamberimiz (s.a.s.): “Yararlı ilim isteyin; yararsız bilgiden Allah’a sığının!” (İbn Mâce; Beyhakî, Şuabu'l-İman; Feyzu'l-Kadîr, 4/108) buyurarak tavsiye etmiştir. O halde felsefe, kesinlikle hikmet karşılığı olamaz. Çünkü hikmet, ilmin de en yararlısı demektir. İnsan, hikmet sahibi olmakla, Allah’ın beğendiği ve râzı olduğu bir üstün kıymetle bezenmiş olur. Hikmet, mü’minin yitik malı olduğundan, nerede bulunursa alınması tavsiye edilirken (İbn Mâce, Zühd 15; Tirmizî, İlim 19), unutulmamalıdır ki, "Hikmetin başı Allah korkusudur." (Tirmizî; Feyzu'l-Kadir, 3/ 574; Keşfu’l Hafâ, 1/421). O yüzden, ilim gibi hikmeti de kendi alanlarında ve kafalarındaki bâtılların propagandasına âlet edip dolayısıyla hakikati tahrif edenlerin bu demagojilerini sezmek ve fark etmek lâzımdır.



O Ekrem Rasûl, "Şüphesiz bazı şiirler vardır ki hikmettir." (Buhârî, Edeb 90; Tirmizî, Edeb 69; İbn Mâce, Edeb 41) buyurarak, her türlü söz ve kelâmın, dolayısıyla edebî yazı türlerinin de “hikmetli olanını” beğenmiş ve takdir etmiştir. Demek ki, sözlü veya yazılı her nevî kelâm, hikmeti taşıdığı, yani hakka uygunluğu derecesinde kıymetlidir ve müslümanın makbulü olabilir. Çünkü Rasûlullah’ın beğendiği odur.



İslâm’da hikmet vardır, fakat sırf akla dayanan, vahiyden bağımsız bir felsefe yoktur. Dinle bağımlı olmayan bir felsefî sistem geliştirenler, haddizâtında ortaya “din gibi bir şey” koymuş oluyorlar. Böylece hakiki Din’i reddetmiş bulunuyorlar. Hakîm insan, fikir ve görüş sahibi olan, ibret verici söz ve halleri bulunan insandır. Hakîm ve filozof arasında, birincinin vahiy doğrultusunda olması; ikincinin de soyut akıl kanunlarından ibaret kalması gibi muazzam bir fark vardır.



Birçok âlim ve mütefekkir gibi, hikmet sahibi insanın dûçar olabileceği en büyük talihsizliklerden biri, hiç şüphesiz “anlayışsız bir toplum içinde” bulunmasıdır. Bir cevher mesâbesindeki fikir ve hikmetlerini alıp takdir edecek ve ondan faydalanacak insanlardan mahrum bir ortamda bulunması; ilim, fikir ve hikmet sahibi için en acı durumlardan biridir. İmam Gazâli, ilim ve hikmeti, onu takdirden ve anlamaktan âciz olan ve kıymetini bilmeyenlere anlatmayı, bir kelbin boynuna inci gerdanlık takmaya benzetir. Hikmetin ehil olmayanlara verilmemesi gerektiğine dair uyarılara, eski ahlâk kitaplarında ve Kitab-ı Mukaddes’te de rastlanır. Meselâ, İbn Kuteybe, Hz. İsa’nın şu sözünü nakleder: “Domuzların boynuna inci takmayın; çünkü onun kıymetini bilmezler. Hikmeti aramayana vermeyin; zira hikmet inciden de değerli olup bunu istemeyenler domuzdan daha kötüdür.”[295]



Bir başka hakîm de, “anlayışsız kişiye öğüt vermek, çorak toprağa tohum atmaya benzer”  demektedir. Çünkü, yine bir hakîm insanın deyişiyle: “çarpık ayakkabı nasıl çarpık ayağa uyarsa, şeytanın efsun ve efsânesi de çarpık olan gönüllere uyar.” Böyle olunca, ilim ve hikmeti de, iman ve İslâm ile, çarpıklıktan kurtulmuş gönüller ancak kabul eder.