Bu Davetin Kısa Sürede Başarılı Olmasının Nedeni

Bu büyük devrimin gerçekleşmesinin gerçek nedeni, bu konuda söylene gelen ve söylenmekte olanların dışındadır:



Peygamber (s.a.v.) Mekke’de iken insanları İslam’a çağrıyor ve müşriklere İslam’ı sunuyordu. Ancak çok azı müstesna, kimse bu davanın yapısında taşıdığı muazzam gücün farkına varamamıştı. Büyük bir zeka ve derin bir kavrayış kabiliyetine sahip parlak bir zihin ve derin bir görüşü olanların dışında, bu davanın içeriğini kimse kavrayamamıştı. Bunlar sahip oldukları bu ve benzeri kabiliyetleri sayesinde, Cahiliye’nin her türlü bağnazlıklarından kendilerini kurtarabilmiş ve hakkı tanıyıp ona iman etmek imkanını elde edebilmişlerdi. Hak ve gerçek olduğu için bu davaya bağlanmış, onu pratik hayatlarında uygulamış, neye mal olursa olsun ve ne gibi fedakarlıkları gerektirirse gerektirsin, dünyanın her tarafına yaymak ve bayrağını yükseltmek için ellerinden geleni yapmışlardı.



Bu niteliklerde ve bu tür özelliklere sahip bir toplum, varlık sahnesine çıkınca, Peygamber (s.a.v.) de, bu topluluğun omuzları üzerinde yeni bir İslam Toplumu kurmaya başladı. Bağımsız İslami Devleti’nin dizginlerini ele aldıktan sonra, bu yeni toplum yüce Allah’ın vahyettiği ve insanlık hayatını düzeltmeye yönelik programı uygulamaya koyuldu. O sıralarda ayakta bulunan durum ve şartlar ise bu yeni program karşısında, çok kısa bir süre de yok olmaktan başka birşey yapamazdı.



Sonunda dünya, bu gayretlerin sonuçlarını gözleriyle gördü ve hayret dolu feryatlarını bastı: Bu toplumda ne kadar da üstün bir barış var... Bu toplumun üyelerinin kalbindeki Allah korkusu ve doğruluğun temelleri ne kadar mükemmel... İçtenliğin vesağlam imanın delilleri ne kadar da yaygın... Bu toplumdaki adalet ne kadar sağlıklı... Eşitlik ve kardeşlik nasıl da açıkça farkedilebiliyor?Bu toplumun ekonomik hayatı, her türlü problem, karmaşıklık ve eskiklikten ne kadar da uzak... Sosyal yaşantı ne kadar güzel ve kirliliklerden ne kadar arınmış...



Allah’ın kendilerine gören gözler ihsan ettiği kimseler, bu durum karşısında, dünyayı mutluluk ve aydınlığıyla dolduran bu parlak nurun varlığını inkar edemediler. Özellikle bunlar Cahiliyye Dönemi’ni yakından tanımış ve bu dönemin acı meyvelerini tatmış kimseler idi. Çünkü o dönemde öldürme, talan, yağmacılık, çapulculuk oldukça olağan olaylardandı İnsan içki, zina, kumar, hırsızlık, yan kesicilik ve benzeri pisliklere gırtlaklarına kadar gömülü olunuyorladı. Fakat bunlar şu anda barışın, adaletin, doğruluğun, şerefin, temizliğin ve yüceliğin nurani kandillerinin, İslam Devleti’ni aydınlığa boğduğunu, ona aydınlık ve son derece güzel elbiseler giydirdiğini gözleriyle görüyorlardı. Geriye ise, yalnızca yarasalar gibi aydınlıktan rahatsız olan Cahiliyye karanlıklarından başkasını beğenmeyen oldukça az kimseler dışında bu hakka inanmayan kalmamıştı. İşte bu istisnaların dışında kalan herkes, sonunda Peygamber (s.a.v.) e iman etti. Oysa tüm bunlar da daha önceleri onun yolunu ellerinden geldiğince engellemekten geri kalmıyorlar ve hatta en zorlu bir şekilde ona karşı savaşıyorlardı. Sonunda Halid İbn Velid O’na iman etti. İkrime İbn Ebi Cehil O’na boyun eğdi. Amr İbn As, O’nun çağrısını kabut etti. Hatta Ebu Sufyan ve Hz. Hamza (r.a.) nın ciğerlerini çiğneyen bir çağrının ancak hak ve doğru bir dava olabileceğini ilan etmek durumunda kaldılar. Çünkü onlar hakkı, pratik hayatın ta ortasında aydınlık olarak  gördülar ve artık İslam, onlara sunulan boş bir dava değildir, bilakis insan hayatına tüm etkinliği ile katılmakta ve elle tutulur şekilde son derece güzel meyvelerini verebilmektedir.



Böyle bir devrimin sonucunda Rasulullah (s.a.v.) islam’ın canlı bir şekli olan herşeyiyle mükemmel ve eksiksiz bir ümmet ortaya koydu:bu ümmetin inançları, düşünceleri, teorileriislam’la doygundu. Bu ümmetin bağlandığı dinde, bir ve Samed olan Allah’dan başkasına kulluk etmek söz konusu değildi. Bu ümmetin bireylerinin yaşıyışı, Cahiliyye’nin pislik  ve kokuşmuşluklarından arındıktan sonra İslam kalıbına dökülmüştü. Bu ümmetin yükselttiği uygarlık bayrağı, İslam’ın canlı bir yorumu idi. Bu ümmetin devlet düzeni İslam yasalarına göre yol almakta idi. Kısaca bu ümmet, ancak İslam için yaşamak ve onun uğrunda ölmek için kesin kararını vermiş bulunuyordu. Allah’ın dinini yeryüzünde en yüce kelime haline getirmek onun parolası idi. Egemenliğine boyun eğmiş her tarafta hayatı İslam’ın temelleri üzerinde yükseltmek, henüz boyun eğmemiş bölgelerde ise İslam Davasını yaymak, onun temel ilkeleri arasında idi. Böylelikle yaeryüzünde İslam’ı hayatının her alanında uygulayan, tüm unsurlarıyla mükemmel bir ümmet ortaya çıkmış oldu. Bu ümmetin ana hedefi, İslam’ı yeryüzene yaymakta ve bu onun özelliklerinden biri idi. Diğer taarftan devlet de tüm ana özellikleriyle ortaya çıkmış; İslam da onun iç düzeninde tüm prensip ve esaslarıyla varlığını ortaya koymuş, diğer taraftan da İslam Bayrağını yeryüzünün bir ucundan öteki ucuna kadar taşıyabilmişti.