İslam Devleti'nin Kuruluşu

Bu şekilde Rasulullah’ın onüç yıl süreyle Rabbani Eğitimden geçirdiği davalarına ölesiye bağlı olan bu küçücük mücahidler grubu, Rasulullah ile birlikte Mekke-i Mükerreme’den Yesrib’e (Medine’i Münevvere’ye)hicret ettiler. Orada, alanı itibariyle oldukça küçük bir devlet kurdular. Bu yeni devletin alanı günümüz köylerinden daha geniş değildi. Burada yaşayan sakinlerin toplamı, altıbin ya da yedibin kişiden fazla değildi. İşte bu küçücük kasabada, tüm Arap Yarımada’sında meydan okuyan bir devlet kuruldu. Bu konuda insanı hayrete düşüren ve aklın alamıyacağı konu, uçsuz bucaksız Arap Yarımadası’nın savaşın bir tarafında, yeni kurulmakta olan bu küçücük devletin de karşı tarafta yer almasıyla. Bununla birlikte Nebi (s.a.v.), eşsiz bir insan toplumu oluşturmaya girişti. Bu toplum, o dönemlerin cahili toplumundan tümüyle farklı idi. Birkaç yıl içerisinde yüce bir uygarlık örneği olan bu toplumu, Arap Dünyası’na arzetti ve dileyen herkesin bunu yakından tanımasına ve İslam’ın insanlığı dökmek istediği uygarlık kalıbını gözleriyle görmesine, onlara kazandırmayı amaçladığı ahlakın özünü açıkça anlamalarına imkan verilmiş oldu. İslam’ın çıkardığı adalet, bu devlette pratik olarak uygulamaya konuldu. İslam’ın ortaya koymak istediği seçkin toplum fiilen gerçekleştirildi, elle tutulur gözle görülür bir hale getirildi. İslam’ın ekonomik hayatta gerçekleştirmeyi amaçladığı reformlar, fiili olarak uygulamaya konuldu... Böylelikle İslam’ın kendisine davet ettiği ve insanlardan uygulanmasını istediği herşeyi, yüce Peygamber (s.a.v.) varlık alemine çıkardı, hayatın pratiğinde şekillendirdi. Ta ki insanları İslam’a imanları, onun dilinden işittiklerine dayalı olmakla kalmayıp “İslam’ın ne olduğunu, onun hayırlı sonuçlarını, onu uygulamanın yolunu ve canlı bir vakıa haline nasıl getirilebileceğini gözleriyle görüp anlayabilsinler...



İnsanlık tarihinin en parlak mucizelerinden biri de, Arap Yarımadası’nın kasabalarının birinde kurulan, alanı birkaç kilometre kareden, halkı da birkaç bin kişiden ibaret olan bu devletin, yalnızca sekiz yıl gibi kısa bir sürede tüm Arap Yarımadası’na Allah’ın hakimiyetini yayabilmek başarısını gösterebilmiş olmasıdır. Kısa sürede bu küçük devlet, bir milyon km. kareden daha büyük bir alanı altına aldı. Bu fetihlerin en mükemmel ve ender rastlanan sonuçlarından biri de, insanların bu devletin yalnızca siyasal otoritesine boyun eğmekle kalmayıp bunun sonucunda eşyaya bakışlarının tümüyle altüst olması, değer ölçülerinin değişmesi, ahlaklarının ve karekterlerinin tes yüz omasıdır. Alışkanlıklarında özlü bir değişim, uygarlıklarında büyük bir devrim gerçekleşti. Bu yalnızca  onların tarihlerinin akışlarını değiştirmekle kalmayıp tüm dünyanın tarihi akışını da değiştirdi. Böylelikle insanlık fert ve toplum olarak yeni bir düşünme biçimi, yeni bir yaşayış şekli ve uzun asırlardan beri yoksun bırakıldıkları yeni amaçlı bir hayata kavuşmuş oldu.



Rasulullah (s.a.v.) için uzun asırlardan beri başgösteren siyasal anarşiye son vermek ve arkasından da onları birleştirilmiş bir siyasal otoriteye boyun eğdirmek yeterli olabilirdi. Fakat O, bunun binlerce kat fazlasını gerçekleştirmişti:O tarihin kesinlikle benzerini göremediği geniş kapsamlı bir devrimi gerçekleştirmişti. Düşünüşte devrim, ahlakta devrim, uygarlıkta devrim, ilişkilerde devrim... Fakat üzüntüyü gerektiren konulardan biri, -hatalı tedavinin bir sonucu olarak- bu büyük devrimin yalnızca savaşlar sonucunda gerçekleştiği zehabını uyandıracak bir şekilde tarihin yazılmış olmasıdır. Arkasından batılı müsteşrikler (oryantalistler) gelip tüm güçleriyle:İslam’ın ancak kılıç zoruyla yayıldığını” söylemeye koyuldular. Halbuki, Rasulullah (s.a.v.) döneminde yapılan tüm savaşlarda, her iki taraftan da öldürülenlerin sayısı bin dörtyüz kişiyi aşmamıştı. Birazcık akla sahip olan bir kimse düşünsün:Acaba böyle geniş kapsamlı bir devrime, bu kadar az kan dökmekle birlikte, kılıç zoruyla gerçekleşmiş gözüyle bakılabilir mi?