C - Ruh Gücü Hürdür, Kısıtlanmamaz, Engellenemez.

Ruh terbiyesinde İslam’ın tuttuğu yol; yapılan her iş, duyulan her his, ve düşünelen her fikirde, insan ruhu ile Allah arasında devamlı bir bağ bulundurmaktır.



Pek tabiidi ki, bazen insanın ruhu bir an için berrak bir hal alır. Bazen onu, nefes alıp vererek uykusundan uyanan insanın durumu gibi, verimli ve bereketli bir sabahın parlaklığı sarar. Bazen, mehtaplı bir gecenin etkisi altında kalarak, ruhunun derinlikliklerinden gelen şiirinin fısıltısını dinler ve hayalinde rakseden duyguları seyre dalar. Hakikatin büyülenmiş gölgelerinin tadını yudumlar. Bazen onu, kainatın büyüklüğü, kaide ve kanunlarındaki muntazamlık ve nizamındaki incelik büyüler. Bazende, ansızın karşılaştığı bir olay ürpertir ve sarsarda, her şeyi hiç bir sınır tanımaksızın bilen ve her işi ayarlayıp, herşeyi düzenliyen Allah’a karşı onu uyandırır... Bütün bunlar güzel... Güzel ama, devamlı ve kararlı olmayan kesik kesik anlar olarak ... Müessirinin (etkeninin) ortadan kalkması ile hemen kayboluveren çok kısa anlar... İslam’ın istediği ise bu değildir. islam,bu ruh parıltısının sönmesini, bir kenara büzülmesini veya gizlenmesini hiçbir zaman istemez. Onun beraklığını hiçbir şeyin gölgelemesine, ufuktan ufuğa uçan kayıtsız hürriyetini hiçbir kuvvetin engellemesine asla müsaade etmez. İşte bundan dolayıdırki İslam, uzun kesintilerle sık sık bölünen bir takım perdeler halinde, hemen gelip geçen ve insanda kayda değer hemen hemen hiçbir etki bırakmadan uzaklaşan ve ruhu apaçık ana yoluna yöneltmeyen bu üstün anlarla yetinmez...



İslam, bu ruh parıltısını tüm hayat yolu yapmak; bu mukaddes meş’aleyi her türlü pislikten temizleyip daima etrafı aydınlatmak üzere yakmak ve insanın. Allah’ın ruhundanaldığı bu nuru, asli kaynağı olan Allah’a bağlı olarak daima parıldar bırakmak ister.



İnsan bunu yapınca, bu esaslara gereği gibi uyunca veher an kalbinin sesini duyunca,hiç şüphesiz varlığında gizlenmiş olan hazinenin en üstün meyvesini elde edecek ve ruhu, en üstün seviyesine kavuşacağından, mücizeye benzer pekçok insan üstü şeyler gerçekleştirecektir.



Bununla beraber, bu noktada Allah’ın kullarına olan rahmeti kendini gösterecek ve herkesce gerçekleştirilmesi imkansız olan şeyleri insanlardan kayıtsız istemiyecektir. Zira İslam, devamlı ve mükemel bir ruhi hareketin insanlığın tümüne nisbetle imkansız olduğunu bilmektedir. Zira bir avuç toprak, bu ruhi hareket için bir ağırlık; et ve kemiğin icapları ruha yük; arzu etkeni ruh’un karşısında olan bir kuvvet ve maddenin sıkleti ruha doğrudan doğruya baskıdır. İslam, bütün bunları tam manasıyla bilmekte ve bundan dolayı:



“O halde (mallarınız ve çocuklarınız size birer imtihan olduğuna göre) gücünüzün yettiği kadar Allah’dan karkun...” (Teğabun: 64/16)



“Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemez.” (Bakara: 2/286)



 Buyurmaktadır.



Ama, insanın hayvanlığına ve yalnız maddi yanına inanan sapık gerçekçilik (!) felsefelerinin dediği gibi ( Ey insanlar!... Sizde toprak ağırlığı, şehvet etkeni ve madde baskısı bulunduğu sürece; yükselmenizde hiç bir fayda, hareketinizde hiç bir mana ve maksat yoktur. O halde, her yüzünde, bulunduğunuz yerde toprak kesilin, hayvanlar gibi yeyin, için, gününüzü gün emeye bakın...) demez.



İslam bunu,asla kabul etmez. Çünkü O, bir, fıtrata dini olarak;  fıtratın içerisine aldığı her çeşit güçlere inanır. Bu arada ruhun göklerde dolaşan gücünü ve üsün hareket kudretini peşinen tanır.



İslam, -insani zaafı milim kaçırmadan hesaplayan, kusursuz gerçekçiliği ile- ruha yön vermek için çaba safetmekten asla geri durmaz. Ruh ateşinin hakikata daha net bir şekilde ışık tutabilmesi için, onu durmadan körükler. Çünkü, bu tek çıkar yoldur. Ruhu, nefsi alçaltan ağırlık ve yükleri tartabilecek hale getrimenin biricik yolu...



Yukarda da bahsettiğimiz gibi, yol; insanla Allah arasında devamlı bir bağ kurmaktır.



İslalm, bu bağı kurmak için çok çeşitli vasıtalara başvurmakta ve çok sayıda metotlar kullanmaktadır.



Bir bakarsın, ruhun, Allah’ın varlığını ve sınır tanımayan mutlak kudretini daima hissetmesi için, cihan sayfasında meydana getirmiş olduğu şah-eserler karşısında hassasiyetini kabartır ve duygulandırır.



Bir bakarsın, devamlı Allah korkusu, takva duygusu; her iş, düşünce ve duyguda Allah’ın kendisini görüp gözetmekte olduğu hissini körükler.



Birde bakarsın, Allah için sevme ve daima onun rızasını gözetme duygusunu kamçılar.



Birde bakarsın ki kalpde darlık ve bolluk, keder ve sevinç halinde Allah’a sığınıp ona güvenme, insanın kendi gücünün bundan ibaret olduğunu tam bir teslimiyet ve memnunlukla kabullenme hissini uyandırır. Neticede hedef birdir. O da insan kalbini Allah’a bağlamak...