Sonuç

Buraya kadar anlattıklarımızdan, Dört imamın da aynı akidede ittifak ettikleri, aralarında sadece bir meselede ihtilaf çıktığını açıkça gördük. Bu ihtilâf da, imam Ebu Hanife'nin "iman" hakkında yapmış olduğu farklı tanım nedeniyledir. Buna rağmen, O'nun, daha sonra bu düşüncesinden vazgeçtiği rivayet edilmektedir.



Müslümanları tek söz üzere birleştirecek ve onları dinde ayrılığa düşmekten kurtaracak olan akide işte budur. Çünkü bu akide Allah'ın ve Rasulû'nün sünnetinden alınmadır, insanların -ne yazık ki- çok azı imamların akidesini hakkıyla bilir. O imamları, Kur'an'ın kıraatinden başka insanlardan farklı birşey bilmedikleri kanaati yayıldı. Onlar, Allah'ın vahyi boş yere indirdiğini mi zannediyor?



Allah Teala kitabında şöye buyuruyor:



"Bu, ayetlerini saf akıl sahibi olanlar derinliğine düşünüp hatırlasınlar diye, sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır." (Sa'd: 29)



"O, Alemlerin Rabbi'nden indirilmedir. O'nu, apaçık bir Arapça lisan ile, uyarıcılardan olman için senin kalbine Cibril indirmiştir."(el-Şuara: 192-195)



"Biz O'nu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. Umulur ki akıl erdirirsiniz." (Yusuf:2) Allah Teala kitabını, ayetleri düşünülsün ve üzerinde tefekkür edilsin diye indirmiştir. O, kitabı, insanlar akletsin diye Arapça bir lisan ile indirdi. Zira Kur'an'ın indiği toplumun diliyle kolayca anlaşılacak bir şekilde inmesi, Allah'ın irade ettiği bir hikmetin gereğiydi. Eğer anlamı anlaşılacak bir şekilde indirilmiş olmasaydı, boş yere indirilmiş ve bir yarar sağlamamış olurdu. Böyle bir durumda, inmiş olduğu kavme, harflerden başka bir şey ifade etmezdi. Böyle bir söz sahabe, tabiun ve onlardan sonra gelen imamların akidesine karşı işlenmiş bir cinayet olup, suçları olmadığı halde onlara atılmış bir iftiradır. Vahyin naslarının anlamını kavrayan onlardı. Çünkü onlar nübüvvet asrına daha yakındırlar. Bu yüzden onlar daha iyi fıkhederler. Belki de onlar insanlar arasında bu şerefe en layık olanlardır. Onlar Allah'a Kur'an ve sünnetten elde ettikleri delillerde ibadet ederler ve bunun anlamını fıkhederlerdi. Bunu da Allah indinden inmiş bir şeriat ve akide olarak kabul edip, amel etmişlerdir. Onlar Rablerine giden yolu bilip de, kendisine ibadet ettikleri o Ma'bud'u kemal sıfatları ile bilemez ve akledemez bir halde olamazlar.



Kısacası Dört imamın akidesi, Kur'an ve Sünnette varid, saf ve berrak kaynaktan gelen, içinde karışıklık, te'vil, ta'til, teşbih ve temsil bulunmayan sahih bir akidedir. Muattıla ve Müşebbihe, Allah'ın sıfatlarının anlayamamışlardır. Onlar -haşa- Allah'ın sıfatlarını mahlukatın sıfatlarını düşünmeden kavranamayacağı zannında olanlardır. Bu, Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtratın hilafınadır. Halbuki Allah'ın ne zatında, ne sıfatında, ne de fiillerinde benzeri -misli- yoktur.



Bu risalenin müslümanlara yararlı olmasını, onları tek bir akide ve tek bir yol üzere, yani Kitap ve Sünnet akidesi üzere bir araya getirmesini Allahu Teala'dan dilerim.



Bütün niyetleri ve maksatları bilen Allah'tır. O ne güzel Vekil ve O ne güzel Veli'dir.